25 Mayıs 2010 Salı

Devedikeni ve Uyuyan Adam


"Sol yanına bakınca adamın çöl toprağı üzerinde, pelerinine sarınmış olarak, bir kolu başının altında, derin derin uyuduğunu gördü. Uykudayken yüzü neredeyse kaşlarını çatıyormuşçasına sertti ama sol eli toprağın üzerine; üstünde hala gri tüyden eski kılıfı, diken ve başakçıklarıyla kendini zar zor savunan küçük bir devedikeninin yanına, gevşek bir şekilde uzanmıştı. Adam ve minik çöl devedikeni; devedikeni ve uyuyan adam...

Adam, gücü toprağın Kadim Güçleri'ne denk ve en az o kadar kuvvetli olan biriydi; ejderhalarla konuşmuş ve tek bir sözüyle zelzeleleri durdurmuş biri. Ve orada, toprağın üzerinde, elinin yanıbaşında büyümekte olan bir devedikeniyle birlikte uykuya dalmış yatıyordu. Bu çok garipti. Yaşamak ve dünyada olmak, onun düşlediğinden çok daha büyük, çok daha garip bir şeydi. Gökyüzünün haşmeti adamın tozlu saçlarına değiyordu; bir an için devedikenini de altın rengine çevirmişti.
"

Ursula Kroeber Le Guin "The Tombs of Atuan"

Neden durduk yere bu iki paragrafı alıntıladım? Çünkü...

Aşk üzerine pek çok şey okumuş ve dinlemiş olmakla birlikte, onu bu iki paragraftaki kadar hakkını vererek tanımlayan bir başka sözcük yığınına denk gelmedim ben ömrü hayatımda. Bir kadın, aşık olmak üzere olduğu bir adamı uyurken izliyor. Ve öylesine bir ayırd ediş içinde ki adamın varlığını, olağan bir çöl bitkisinin varoluşu bile yüksek bir anlam kazanıyor. Çünkü o minicik devedikeni aşık olunan adamın elinin kıyısında duruyor...

1 yorum:

earinna dedi ki...

kanımca, devedikeni adamın elinin yakınlarında (tesadüfen) bulunmasaydı kadının dikkatini hiç çekmeyecekti. bana göre bitkinin anlatım içerisindeki konumu adamın varlığıyla başlıyor, adamın varlığıyla bitiyor. bu ilintilenderme de gözüme basit değil, derin ve şahane görünüyor :)

Yorum Gönder