24 Şubat 2010 Çarşamba

Adı SU, Adası KINALI



Su’yun soyadı Yücel. Can Yücel’in kızı. Bugün rastlaştım kendisiyle bir belgesel kanalında. Onun portresi çizilir, hayatı anlatılırken ben gördüğüm manzaralara takılıp kaldım. Kınalıada’da yaşıyormuş Su...

Arnavut kaldırımı yollarda ahşap bir at arabası yokuş yukarı tırmanıyor. Yolun iki yanı bir yeşil, bir yeşil ki anlatamam. Mevsim yaz. Ne kadar bitki varsa fırlamış yolun iki yanına dizilmiş evlerin bahçelerinden dışarı. Nasıl da bereketli bir karmaşa! Su’yun üzerinde bir yazlık elbise. Tiril tiril. Ardı alabildiğine ağaca boğulmuş bir demir bahçe kapısının önüne geliyor, açıyor belgeselciler için kapıları. Uzun ince bir patika görüyorum bir an için, iki yanı çıldırtıcı yeşil. Su’yun evi ahşap bir ada evi midir emin olamıyorum. Ama hayalimde öyle canlanıyor. Yüksek tavanlı odaların içi sürüyle resim. Su ressammış meğer. Bir şairin kızına da bu yakışırdı diye düşünüyorum. Tavanda sallanan, oya gibi işlenmiş demir çerçeveli cam lambalara dalıp gidiyorum. Lambalar koca, ahşap bir terasa asılı. Hafif bir meltemle arada bir salınıyorlar. Bir rüzgar çanı. Hem şakıyor rüzgarda hem dans ediyor. Yine emin olamıyorum rüzgar çanının yerinden. Kamera durmuyor ki durduğu yerde! Ah bir görebilsem evin gerçek silüetini...

Balkondan, pencerelerden birinden ya da belki terastan bir bukle manzara gösteriyorlar. Yemyeşil ağaçların ve mağrur ahşap evlerin arasından görünen Marmara Denizi. Denizin lacivertini kelimelerle anlatamam. Cam gibi. Nazar boncuğu gibi. Ya da şeker gibi... Bilemedim. Hepsi gibi. Nefesim sıkışıyor. Kıskandığım hangisi bilemiyorum. Yaz mı, deniz mi, ada mı, ev mi, elbise mi, lamba mı?

Aklıma Ediz Hun geliyor. O da doğma büyüme Büyükada’lı. Koca bir kaktüs koleksiyonunu barındıran koca bir ahşap evde oturuyor. Dua ediyorum bu insanlara bir şey olmasın diye. Birgün onlardan dinlemek istiyorum adalarında eski yaşamışlıklarına dair ne varsa. Ah o evleri görmeyi, o hikayeleri dinlemeyi ne de çok istiyorum...

0 yorum:

Yorum Gönder