31 Mayıs 2024 Cuma

SENİN İÇİN ÖZLEM'İM


    Bu yazacaklarım kimse için değil. Kendim için bir de ömrü yazarak başlayıp biten Özlemim için. Benim için de onun için de hep elde kalem yazmak vardı. Aynı dili konuşuyorduk ama farklıydık. O yazar anında yayımlar. Ben yazarım yastık altı. Hala öyle. Öyleydi. Bir kereliğine sessizlik bir kenarda kalsın.

    Yıl 87. Ataköy’e yeni taşınmışız. Kimseler yok tanıdığım. Ev TRT lojmanı. Biz memur gelir grubuyuz. Ataköy’ün geri kalanı lira zengini. Yaşıtlarım farklı dil konuşuyor ben farklı. Çocukluktan çıkmamış gözlerimle büyümüş de küçülmüş kız çocukları görmekten şaşkınım. Anneleriyle yaptıkları markalı mağaza alış verişlerini anlatıp giysi envanteri çıkarıyorlar. Ne giydiğime hiç dönüp bakmamışım o güne kadar. Annem giydirmiş. Ben giymişim. Üstümü başımı süzüp o dakka sıfır notunu basıyorlar. Ataköy’deki sosyal hayatım başlamadan bitiyor. Kadıköy sokaklarında alıştığım kocaman arkadaş grubu yerini ev sessizliğine bırakıyor.

    İşte o zaman alt kata taşınan TRT’ci İsmail Bey’in kızıyla tanışmaya gönderiliyoruz. Aslında bu kız ablamla yaşıt. Ben niye iniyorum bilmiyorum. Meraktan belki? Komşuluğun mühim olduğu zamanlar. Sevdiğiniz bir komşu buldunuz mu hayat birlikte geçiyor. Bugün istemezdim. Ama o zamanlar iyi ki öyleymiş. O kadar küçüğüm ki... İlkokul 5’im daha. oyuncak ayımı kucağıma alıyorum, ablamın peşinde bir kat aşağıya iniyorum. Kapı açılıyor. Karşımıza özlem çıkıyor. O zamanlar moda. Saçları yer yer sarı meçli. Gözleri kalemli. Tırnakları ojeli. Hep olduğu ve olacağı gibi bakımlı bir lise 1 öğrencisi. Bizi küçük odasına davet ediyor. Odası tam bir 80’ler kız odası. Sevilen sanatçıların posterleri. Renk renk tokalar, ojeler, süs eşyaları, kasetler, kalemler, defterler... Kucağında ayıcıkla gelen kız şeker dükkanının içinde buluyor kendisini. Bakacak o kadar çok şey var ki... Çok sürmeden dikkatimi Özlem’e veriyorum. Hızlı hızlı, ellerini kollarını savurarak, neşeyle konuşuyor. Enerjisi bulaşıcı. Hemen kaynaşıyorlar ablamla. Ben hala çekingen. Benden 3 yaş büyükler. Orada fazlalık mıyım sanki?

    Özlem bana dönüyor. Sehpanın üzerinde duran bir fotoğrafı gösteriyor. Çerçevesinin içine özenle yerleştirilmiş adamı tanıyorum. Duran Duran grubunun bas gitarcısı John Taylor. Soruyor “sence bu adam nasıl?”. Elim ayağıma giriyor. Bu havalı kız odadaki varlığımı ve hatta salakça sarılmakta olduğum oyuncak ayımı görmezden gelmek dururken ilgisini bana yöneltmiş. Öyle heyecanlanıyorum ki aslında çok yakışıklı bulduğum John Taylor’a “öğk!” diyiveriyorum. “Aaa!” diyor Özlem gülerek. “Bence çok yakışıklı John Taylor. Aşığım ona.” Sonraki yıllarda ve kısacık ömrünün kalanında, iflah olmaz bir rock müzik dinleyicisi olacak Özlem. Türkiye’nin en kaliteli, en başarılı rock müzik icracılarıyla tanışacak, röportaj yapacak, dost olacak. Ama o gün... tanıştığımız gün... John taylor’ın, bir pop ikonun yakışıklılığına dil uzattığım gün olarak kazınıyor ortak tarihimize. Ve Kumrular’ın Özlem böyle giriyor hayatıma. Bir daha çıkmıyor.

    Yıllar yaşadığımız evleri, kentleri, hatta ülkeleri ayırıyor. Bazen iletişim kopuyor, bazen adresler belirsizleşiyor, bazen eğitim bazen iş bütün vakti alıyor, zaman olmuyor. Sonra dönüp geliyoruz birbirimize. İlk gün neysek o olarak. Özlem bir fırtına gibi giriyor kaldığı yerden hayatıma. Sürekli yeni şeyler öğrenip, yeni şeyler deneyen bir enerji tornadosu olarak. Yeni bir dille, yeni bir kitapla, yeni bir aşkla... Birbirimize koşuyoruz daima. Bir ömür boyunca. Onun kısacık ömrü boyunca. Bana hiç yetmeyen ve yetmeyecek olan bütün o seneler boyunca.

    Haberini aldığım gün... Biz seninle birlikte Ataköy’deki o küçücük odaya döndük Özlemim. Maceralarla, kitapla, müzikle dolduracağımız koskoca bir hayat önümüzde. Pencereden yaz güneşi boşanırken. Müzik teybinde bangır bangır Bulutsuzluk Özlemi çalarken. Biz kahkahalar atarak şarkılara eşlik ederken. Gençken, gencecikken ve aşıkken ve önümüzde uzanan koskoca hayata nanik çekerken... Biz... Birlikte.

 


0 yorum:

Yorum Gönder