27 Haziran 2014 Cuma
25 Haziran 2014 Çarşamba
23 Haziran 2014 Pazartesi
22 Haziran 2014 Pazar
19 Haziran 2014 Perşembe
18 Haziran 2014 Çarşamba
12 Haziran 2014 Perşembe
Bir Selebriti Selebriti Olmadan Önce Kimdi?
Yıllaaar yıllar önce, gayet kendi halinde hayatı olan bir insan iken, bir kısım tuhaf olaylar dizisi sonucunda kendimi ismi lazım olmayan uyduruk bir tiyatro grubunun içinde bulmuştum. Mevzu tiyatro olunca, odunun önde gideni olduğumu kimselerden saklamam. Sinema insanıyımdır ben. Sahnede canlı performans sergileyen oyuncunun dili sürçse, sinir stres olurum! Oyuncu hatasına aldırmadan işine bakar, ben onun adına kızarıp bozarmaktan oyun izleyemem. Beyaz cam ne hata varsa ayıklar ne güzel. Sinire strese sokmaz beni.
Tiyatroda işim neydi peki sinema insanıyken? Bir dost yüzünden oradaydım elbette! Yakın arkadaşa destek verme mecburiyeti yüzünden nalet tiyatroya allahın günü gitmem gerekiyordu. Başka türlü görüşemiyorduk arkadaşla. Yok bilmem ney hayvanatı gibi davranarak doğaçlama yapılan çalışma saatleri, yok onun provası, yok bunun dekoru, yok bilmem neyin örekesi... Bitmeyen işler yüzünden aynı mekanda komün hayatı sürüyordu bu şekspir sever insanlar.
El mecbur, ben de goril grubunu dışarıdan gözlemleyen Jane Goodall misali oturdum gözlem yapmaya başladım. İlk fark ettiğim gerçek, aslında yapılacak hiçbir iş olmadığı halde tiyatroda takılındığıydı. Çünkü yapılacak çok dedikodu, kaydırılacak çok ayak vardı! Oyuncular mesleklerine yaraşır biçimde Capulet'ler Montague'lere karşı savaşına girişmiş, gruplara bölünüp birbirleriyle tepişmeye koyulmuştu. Bununla da yetinmeyip, bir sevişip bir ayrılıyor, yeterince Arap saçı olmadığına kanaat getirdikleri ortamı daha da içinden çıkılmaz hale getiriyorlardı. En sevdikleri davranış kalıbı mekanın kafeteryasına gruplar halinde toplaşıp birbirlerine pis bakışlar fırlatarak çemkir allah çemkir saatleriydi (Jane Goodall olsaydı bu saatleri gorillerin karşılıklı bit ayıklama davranışıyla eşleştirirdi).
Ancak bir oyuncu vardı ki, o diğerlerinden farklıydı. Hasbelkader gorillerin arasına düşen bu garip oyuncu, bir de üstüne yanlış masalda rol almaktaydı. Kendisi çirkin ördek yavrusu hikayesinin kadrolu oyuncusu olması gerekirken tutup goril ailesinin arasına düşen çirkin ördek yavrusu rolünü üstlenmişti. İleride kuğu olacak bu genç adam gorilceden hiç mi hiç anlamadığından olacak, grubun davranış örüntüsüne uyum sağlayamamıştı. Bu yüzdendir ki hatıralarda iki temel görüntü kazınıp kalmış aklımda. Kafeteryada başlarının üstüne birikmiş sigara dumanı bulutu eşliğinde takılan ana grup. Ve kimse tarafından kullanılmayan asma katın üstündeki trabzanlara yaslanmış sessizce uzaklara bakan genç adam. Evet efendim, doğru okudunuz! Uzaklara bakan genç adam klişesi bizzat bu adam tarafında icad edilmiştir. O derece içtenlikle icra ediyordu bu eylemi!
Bir insanın ileride "olacağı" olmadan önceki duruşundan da belli olurmuş hakketen. Alabildiğine amatör bir grubun oyunlarında başrolü oynayan, ağla deyince ağlayan, gül deyince gülen; oyununu sergilerken benim gibi tiyatro odunlarını bile ağlatıp güldüren bu doğal oyuncu kakafonik meslektaşlarına uzaktan ve sabırla bakarak geçirdi yumurtadan çıkma süresini. Hiçbir zaman görmedim genç adamı şekspir grubunun içinde. Daima bir köşede tek başına hafif de gülümser bir ifadeyle (mübalağa mı yapıyorum? belki; ama böyle anımsıyorum) bekledi.
Sonra ne mi oldu? Kuş beyinli amerikalılar gibi "Gerisi Efsane" cevabını verebilirdim. Ama vermeyip adam gibi anlatmayı tercih edeceğim. Genç adam kendi kendisini yok etmeye meyilli amatör gruptan (evet dağılıp gittiler) ayrılıp risk almaya karar verdi (evet aldı). Bileğinin hakkı ve emeğiyle tanınıp sevildi ve evet gerçekten kuğuya dönüştü. Kim miydi o? Boş verin, uzaklara bakan adamlığı bende kalsın.
Hans Christian Andersen'e, Jane Goodall'a, Capulet'lere ve Montague'lere buradan selam olsun...
Tiyatroda işim neydi peki sinema insanıyken? Bir dost yüzünden oradaydım elbette! Yakın arkadaşa destek verme mecburiyeti yüzünden nalet tiyatroya allahın günü gitmem gerekiyordu. Başka türlü görüşemiyorduk arkadaşla. Yok bilmem ney hayvanatı gibi davranarak doğaçlama yapılan çalışma saatleri, yok onun provası, yok bunun dekoru, yok bilmem neyin örekesi... Bitmeyen işler yüzünden aynı mekanda komün hayatı sürüyordu bu şekspir sever insanlar.
El mecbur, ben de goril grubunu dışarıdan gözlemleyen Jane Goodall misali oturdum gözlem yapmaya başladım. İlk fark ettiğim gerçek, aslında yapılacak hiçbir iş olmadığı halde tiyatroda takılındığıydı. Çünkü yapılacak çok dedikodu, kaydırılacak çok ayak vardı! Oyuncular mesleklerine yaraşır biçimde Capulet'ler Montague'lere karşı savaşına girişmiş, gruplara bölünüp birbirleriyle tepişmeye koyulmuştu. Bununla da yetinmeyip, bir sevişip bir ayrılıyor, yeterince Arap saçı olmadığına kanaat getirdikleri ortamı daha da içinden çıkılmaz hale getiriyorlardı. En sevdikleri davranış kalıbı mekanın kafeteryasına gruplar halinde toplaşıp birbirlerine pis bakışlar fırlatarak çemkir allah çemkir saatleriydi (Jane Goodall olsaydı bu saatleri gorillerin karşılıklı bit ayıklama davranışıyla eşleştirirdi).
Ancak bir oyuncu vardı ki, o diğerlerinden farklıydı. Hasbelkader gorillerin arasına düşen bu garip oyuncu, bir de üstüne yanlış masalda rol almaktaydı. Kendisi çirkin ördek yavrusu hikayesinin kadrolu oyuncusu olması gerekirken tutup goril ailesinin arasına düşen çirkin ördek yavrusu rolünü üstlenmişti. İleride kuğu olacak bu genç adam gorilceden hiç mi hiç anlamadığından olacak, grubun davranış örüntüsüne uyum sağlayamamıştı. Bu yüzdendir ki hatıralarda iki temel görüntü kazınıp kalmış aklımda. Kafeteryada başlarının üstüne birikmiş sigara dumanı bulutu eşliğinde takılan ana grup. Ve kimse tarafından kullanılmayan asma katın üstündeki trabzanlara yaslanmış sessizce uzaklara bakan genç adam. Evet efendim, doğru okudunuz! Uzaklara bakan genç adam klişesi bizzat bu adam tarafında icad edilmiştir. O derece içtenlikle icra ediyordu bu eylemi!
Bir insanın ileride "olacağı" olmadan önceki duruşundan da belli olurmuş hakketen. Alabildiğine amatör bir grubun oyunlarında başrolü oynayan, ağla deyince ağlayan, gül deyince gülen; oyununu sergilerken benim gibi tiyatro odunlarını bile ağlatıp güldüren bu doğal oyuncu kakafonik meslektaşlarına uzaktan ve sabırla bakarak geçirdi yumurtadan çıkma süresini. Hiçbir zaman görmedim genç adamı şekspir grubunun içinde. Daima bir köşede tek başına hafif de gülümser bir ifadeyle (mübalağa mı yapıyorum? belki; ama böyle anımsıyorum) bekledi.
Sonra ne mi oldu? Kuş beyinli amerikalılar gibi "Gerisi Efsane" cevabını verebilirdim. Ama vermeyip adam gibi anlatmayı tercih edeceğim. Genç adam kendi kendisini yok etmeye meyilli amatör gruptan (evet dağılıp gittiler) ayrılıp risk almaya karar verdi (evet aldı). Bileğinin hakkı ve emeğiyle tanınıp sevildi ve evet gerçekten kuğuya dönüştü. Kim miydi o? Boş verin, uzaklara bakan adamlığı bende kalsın.
Hans Christian Andersen'e, Jane Goodall'a, Capulet'lere ve Montague'lere buradan selam olsun...
Bir Kara Deliğin Kara Bahtı
Sevgili Kara Delik,
Sabahın kör saatlerine aldırmadan belgeselini izleyerek başladım güne. Çok hislendim be kara delik! Sen öyle umarsız, sağın solun galaksisinde höpür höpür gezegen tüketirken, burada sana ne destanlar yazılıyor bilmeden hüzün içinde yaşayıp gidiyorsun. Bir araba ekmeğini yiyor da mendebur uzaycılar bir tanesi halini hatrını sormuyordur eminim...
Hayır imkanım da yok çıkıp geliyim, karşılıklı birer kahve höpürdetirken sen ayrıştırdığın kahve atomlarından bir fal bak, o sırada pulsar abla kapıdan uğrasın, süper nova teyze en taze galaksi dedikodularını aktarsın. Çok yalnız kalmışın be kara delik, ona üzülüyorum!
Vaziyete içlenmişsin tabi, çekirdeğinde zamanın akışını da durdurmuşsun. Akmayan zaman çekilir mi be kara delik? Çevrede civarda ne varsa yiyip yutarken, için şiştikçe şişerken, üstelik bir de zaman akmaz oğlu akmazken bağladığın karalar adın olmasın da ne olsun?
Olur da imkan bulursam, sana bizim gariban dünyadan mektup yollar, açık çakralı evrensel kanallardan pozitif enerjiler filan gönderirim. Bahtı kara, kendi kara dostum benim. Hasretle öperim...
Sabahın kör saatlerine aldırmadan belgeselini izleyerek başladım güne. Çok hislendim be kara delik! Sen öyle umarsız, sağın solun galaksisinde höpür höpür gezegen tüketirken, burada sana ne destanlar yazılıyor bilmeden hüzün içinde yaşayıp gidiyorsun. Bir araba ekmeğini yiyor da mendebur uzaycılar bir tanesi halini hatrını sormuyordur eminim...
Hayır imkanım da yok çıkıp geliyim, karşılıklı birer kahve höpürdetirken sen ayrıştırdığın kahve atomlarından bir fal bak, o sırada pulsar abla kapıdan uğrasın, süper nova teyze en taze galaksi dedikodularını aktarsın. Çok yalnız kalmışın be kara delik, ona üzülüyorum!
Vaziyete içlenmişsin tabi, çekirdeğinde zamanın akışını da durdurmuşsun. Akmayan zaman çekilir mi be kara delik? Çevrede civarda ne varsa yiyip yutarken, için şiştikçe şişerken, üstelik bir de zaman akmaz oğlu akmazken bağladığın karalar adın olmasın da ne olsun?
Olur da imkan bulursam, sana bizim gariban dünyadan mektup yollar, açık çakralı evrensel kanallardan pozitif enerjiler filan gönderirim. Bahtı kara, kendi kara dostum benim. Hasretle öperim...
6 Haziran 2014 Cuma
"bi ciddi ol kızım!"
Sevgili Sosyal Medya (çünkü en yakın arkadaşımız o
bu ara),
Ciddi olamama hastalığına yakalandım ben. Bir türlü
ciddileşip normal hatunlar gibi kendimi hüzünlere gark edemiyorum. Üzüntüyü
ciddiye alamama hastalığından içim şişti; çareyi avm’lerde zombi gibi
dolaşmakta arıyorum. Mağazalardaki ciciş stili kıyafetlere kamikaze
ciddiyetiyle sorti yapan ve o sırada kocaman popoları hapis kaldıkları taytlardan
dışarı kaçmak için gizlice tünel kazmakta olan bacıları görünce yine koyuveriyorum
makaraları, alışveriş için gereken ciddiyeti kaybediyorum.
Misal memlekette akıllı telefon salgını var. Ne güzel bütün maaşı alıp cart diye akıllı
görünen akılsız telefonlara yatırma isteği bende de belirsin istiyorum. Bir
türlü ciddileşip de elin adamları vatsapa en son saat kaçta girmiş diye kontrol
etmek için iki bin bilmem kaç lira yatıracağım bir telefonu alacak ruhu
yakalayamıyorum! O diyil de sevgili sosyal medyacığım, akıllı telefonlarının
ekranlarını deli dana gibi dürtükleyerek günlük hayatını idame ettirmeye
çalışan garibanları gördükçe kaybolmuş ruhları için içlenip ağlamam gerekirken o ciddiyeti de
yakalayamıyorum!
Misal bir arkadaş elceyiziyle selebritiliğe terfi
ettiği sahneleri gönderiyor insan olıyım da izleyince takdir edeyim diye. Aşırı
testosteron içeren sağlam sayko sahnelere benden gelen tepki anca yarıla yarıla
gülerken sandalyeden düşmek oluyor. Bir türlü kendimi toplayıp kafa göz
kırarak reytingde tavana vurma işini takdirle karşılayacak ciddiyeti
yakalayamıyorum.
4 Haziran 2014 Çarşamba
2 Haziran 2014 Pazartesi
1 Haziran 2014 Pazar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)