Wolf Larsen. Bu derece acımasız ve insanlıktan nasibini almamış bir antikahramana böylesine de sempati duyabildim ya, bir kez daha eğiliyorum önünde Jack London’ın. Bu nasıl güçlü, bu nasıl boyun eğmez, bu nasıl inatçı, bu nasıl savaşçı ruhtur? İnsaniyete dair tek kırıntı barındırmayan, alabildiğine vicdan yoksunu, ölümüne nefret dolu, kaskatı yürekli bir adam... Ruhun ölümsüzlüğüne inanmayan ve insanın ölüm korkusu karşısında küçülüşüyle de acı acı alay eden Lucifer... Bunca iğrençliğine rağmen nasıl da hayranlık uyandırıcı bir yanı var.
İşte Wolf Larsen’in zehir dolu kişiliğini tanımlayan birkaç alıntı satır:
"Hımbıl, tohum ekmeye giden çiftçinin hikâyesini biliyor musun? Eğer hatırlıyorsan, tohumların bazıları fazla toprağın olmadığı taşlık yerlere düşüyor ve toprağın derinliğine sahip olmadıkları için hemen havaya sıçrıyorlardı. Ve güneş yükseldiğinde kavruldular, kökleri olmadığı için kurudular. Bazıları dikenlerin arasına düştüler ve dikenler onları yuttu."
"Yani?" dedim. ' "Yani mi?" diye sordu, yarı huysuzca. "İyi değildi. Ben o tohumlardan biriydim."
* * *
Gözlerinde -mavi, açık mavi olan gözlerinde- garip bir parlaklık, kıvılcımlar saçan bir ışık vardı. Vahşi bir şekilde neşeli olmasına şaşırdım. Eli kulağında olan bir mücadeleden dolayı memnundu. Yaşam bir sel gibi üzerine doğru gelirken, yaşamın bu en büyük anı onu heyecanlandırıyordu.
Hayatını kendi ellerinde tutmak ve en kötü koşullar altında bile yaşamı için mücadele etmek onun için nefes almak gibi bir şeydi.
* * *
O anda kafasını kaldırıp ayağını kaybettiğini öğrenen Mugridge, güvertede debelenerek dişlerini Wolf Larsen'in bacağına geçirdi. Wolf Larsen soğukkanlılıkla eğildi, başparmağıyla işaret parmağını çenenin arkasına ve kulaklarının altına bastırdı. Çene isteksizce açıldı ve Wolf Larsen bacağını kurtardı.
"Dediğim gibi," diye devam etti, sanki hiçbir şey olmamış gibi. "Köpekbalığı hesapta yoktu. Buna takdiri ilahi desek?"
* * *
"Ama hâlâ buradayım, buradayım," diye karaladı eli daha yavaş bir şekilde ve acıyla.
Kalem elinden düştü ve onu yeniden eline vermek zorunda kaldık.
"Acı çekmediğim zaman mükemmel bir huzur ve sükûnet içindeyim. Daha önce hiç bu kadar açık düşünmemiştim. Hayat ve ölüm üzerinde bir Hintli bilgeliğiyle düşünebiliyorum."
"Ya ölümsüzlüğü?" diye sordu Maud kulağına bağırarak.
Eli üç kere bir şeyler yazmaya çalıştı, ama başaramadı. Kalem düştü. Kalemi boş yere yeniden eline vermeye çalıştık. Parmaklan kalemi tutamıyordu. Derken Maud onun parmaklarını kendi eliyle kalemin üzerine bastırdı. El büyük harflerle, neredeyse her biri için dakikalarca uğraşacak kadar yavaşça şunları yazdı:
"S-A-Ç-M-A."
Bu söz, sonuna kadar şüpheci ve boyun eğmez olan Wolf Larsen'in son sözüydü. Kolu ve eli düştü. Gövdesi usulca kımıldadı. Daha sonra büsbütün hareketsiz kaldı. Maud elini bıraktı. Parmaklan yavaşça açıldı ve kalem yere düştü.
* * *
İşte Wolf Larsen’in zehir dolu kişiliğini tanımlayan birkaç alıntı satır:
"Hımbıl, tohum ekmeye giden çiftçinin hikâyesini biliyor musun? Eğer hatırlıyorsan, tohumların bazıları fazla toprağın olmadığı taşlık yerlere düşüyor ve toprağın derinliğine sahip olmadıkları için hemen havaya sıçrıyorlardı. Ve güneş yükseldiğinde kavruldular, kökleri olmadığı için kurudular. Bazıları dikenlerin arasına düştüler ve dikenler onları yuttu."
"Yani?" dedim. ' "Yani mi?" diye sordu, yarı huysuzca. "İyi değildi. Ben o tohumlardan biriydim."
* * *
Gözlerinde -mavi, açık mavi olan gözlerinde- garip bir parlaklık, kıvılcımlar saçan bir ışık vardı. Vahşi bir şekilde neşeli olmasına şaşırdım. Eli kulağında olan bir mücadeleden dolayı memnundu. Yaşam bir sel gibi üzerine doğru gelirken, yaşamın bu en büyük anı onu heyecanlandırıyordu.
Hayatını kendi ellerinde tutmak ve en kötü koşullar altında bile yaşamı için mücadele etmek onun için nefes almak gibi bir şeydi.
* * *
O anda kafasını kaldırıp ayağını kaybettiğini öğrenen Mugridge, güvertede debelenerek dişlerini Wolf Larsen'in bacağına geçirdi. Wolf Larsen soğukkanlılıkla eğildi, başparmağıyla işaret parmağını çenenin arkasına ve kulaklarının altına bastırdı. Çene isteksizce açıldı ve Wolf Larsen bacağını kurtardı.
"Dediğim gibi," diye devam etti, sanki hiçbir şey olmamış gibi. "Köpekbalığı hesapta yoktu. Buna takdiri ilahi desek?"
* * *
"Ama hâlâ buradayım, buradayım," diye karaladı eli daha yavaş bir şekilde ve acıyla.
Kalem elinden düştü ve onu yeniden eline vermek zorunda kaldık.
"Acı çekmediğim zaman mükemmel bir huzur ve sükûnet içindeyim. Daha önce hiç bu kadar açık düşünmemiştim. Hayat ve ölüm üzerinde bir Hintli bilgeliğiyle düşünebiliyorum."
"Ya ölümsüzlüğü?" diye sordu Maud kulağına bağırarak.
Eli üç kere bir şeyler yazmaya çalıştı, ama başaramadı. Kalem düştü. Kalemi boş yere yeniden eline vermeye çalıştık. Parmaklan kalemi tutamıyordu. Derken Maud onun parmaklarını kendi eliyle kalemin üzerine bastırdı. El büyük harflerle, neredeyse her biri için dakikalarca uğraşacak kadar yavaşça şunları yazdı:
"S-A-Ç-M-A."
Bu söz, sonuna kadar şüpheci ve boyun eğmez olan Wolf Larsen'in son sözüydü. Kolu ve eli düştü. Gövdesi usulca kımıldadı. Daha sonra büsbütün hareketsiz kaldı. Maud elini bıraktı. Parmaklan yavaşça açıldı ve kalem yere düştü.
Yaşam enerjisi tükenirken bile mağrur ve uzlaşmaz olan Larsen'in yüzünü Harvey Keitel’ınkiyle özdeşleştirdim hayalimde. Kimbilir London’ın aklındaki yüz nasıldı? Yukarıdaki fotoğraf Hobarth Bosworth’a ait. 1913 Aralığında gösterime giren The Sea Wolf’de Wolf Larsen’ı canlandıran ilk aktördü kendisi.
0 yorum:
Yorum Gönder