
Ne diyordum en son? Hah, İstanbul gezintilerinde iştah açan pek çok şey olduğundan! Pastanelerden bahsettik, fakat bence asıl anılması gereken sokaklardaki tezgahlar. Simitçiler, kestane kebapçılar, turşucular, pilav-nohut/pilav-tavukçular, mısırcılar, balık/köfte ekmekçiler ve çocukluğumuzun lezzetiyken artık rastlaşmadığım lahmacuncular (kollarına taktıkları kapaklı sepetin içinden çıkarıp verirlerdi lahmacunları; ne nefis kokardı içine bolca soğan basılmış, az kıymalı ve na-hijyen o lahmacunlar). Pamuk şekercileri, çatalcıları ve halka tatlısı (kerhane tatlısı da diyorlarmış buna :) satan tezgahları da unutmayalım.
Bir yandan sütunlar, öbür yandan minareler, bir başka yandan da saraylar ile antik yunan tapınak cephesi taşıyan müzeler fışkırırken tezgah tezgah gezinip bütün bu tadları Tarihi Yarımada içinde denemek kadar oburca ve zevkli bir başka hareket olamaz. Balık Pazarında huzur-u afiyet içerisinde tükettiğim hamsiler, Bahçelievler dönüşünde tesadüfen rastladığım kestaneciden aldığım o şişko şişko ve alabildiğine lezzetli kestaneler bir başka kentte bu kadar hakkı verilerek tüketilemez. Demem o ki: Şanslıyım, şanslısınız, şanslıyız.
Son Not: "Ayyy! Hiç hijyen diyil o şeyleeeer" diye haykıran grup görünmesin gözüme. Bir de ceza olarak gidip sözlükten nanemolla'nın anlamına baksınlar. Hadi naş!
2 yorum:
ooooohh afıyet olsun, yarasın:=) benım yerıme de ye:=) ayrıca agzına sağlık. gıcık olurum o hayata dokunamayan nanemolla tıplere.
teşekkürleeer. tamamdır, senin yerine de yerim birşeyler. nanemollalar da kapansın evlere hijyen hijyen otursunlar.
Yorum Gönder