8 Ağustos 2010 Pazar

Simyacı


Simyacı aklıma düştü geçenlerde. Oturdum yeniden okudum. Yıllardır tekrarlıyorum bu ritüeli. 2-3 yıllık aralıklarla. Tahminen 1996 ya da 97'den beri bu böyle. Her dönüşümde kitaba, okuduğum şeyden farklı sonuç çıkarıyorum. Çünkü yaşlanıyorum. Yeni yaşlar yeni bakış açıları getiriyor. Ve sanırım benim yeni bakış açıları da realitenin bünyeye zarar noktalarına doğru ilerliyor. Kitabın kapağını bilmem kaçıncı kez kapatırken anladım bunu. Çünkü onu ilk okuduğum zamanlarda içinde anlatılanların olabilirliğine duyduğum saf inancı netlikle anımsıyordum. Oysa şimdi bütün hikayenin insan ruhuna avuntu vermek için yazıldığı ve gerçekleşmesi imkansız bir fanteziden ibaret olduğu sonucunu çıkarıyorum. Tam olarak da bu yüzden çok başarılı bir roman olduğunu düşünüyorum Simyacı'nın. Avuntu verebildiği için. Bunu başarabilen başka yazar bilmiyorum. Bunu hissettiren başka kitap bilmediğim gibi...

İşte bu seferki okumadan geriye kalanlar:

- " Ayrıca tüccarın kızı da vardı, ama kız koyunlar kadar önemli değildi, çünkü kendisine bağımlı değildi kız. Kesin olan bir şey vardı: Ertesi gün kız kendisini görmese, bunun farkına bile varmazdı. Kız için bütün günler birbirinin aynıydı ve bütün günler birbirine benzediği zaman da insanlar, güneş gökyüzünde hareket ettikçe hayatlarında karşılarına çıkan iyi şeylerin farkına varamaz olurlar. "

- " Değişmek istemiyorum, çünkü nasıl değişeceğimi bilmiyorum. Artık tam anlamıyla kendime alışmış durumdayım. "

0 yorum:

Yorum Gönder