Yıllaaar yıllar önce, gayet kendi halinde hayatı olan bir insan iken, bir kısım tuhaf olaylar dizisi sonucunda kendimi ismi lazım olmayan uyduruk bir tiyatro grubunun içinde bulmuştum. Mevzu tiyatro olunca, odunun önde gideni olduğumu kimselerden saklamam. Sinema insanıyımdır ben. Sahnede canlı performans sergileyen oyuncunun dili sürçse, sinir stres olurum! Oyuncu hatasına aldırmadan işine bakar, ben onun adına kızarıp bozarmaktan oyun izleyemem. Beyaz cam ne hata varsa ayıklar ne güzel. Sinire strese sokmaz beni.
Tiyatroda işim neydi peki sinema insanıyken? Bir dost yüzünden oradaydım elbette! Yakın arkadaşa destek verme mecburiyeti yüzünden nalet tiyatroya allahın günü gitmem gerekiyordu. Başka türlü görüşemiyorduk arkadaşla. Yok bilmem ney hayvanatı gibi davranarak doğaçlama yapılan çalışma saatleri, yok onun provası, yok bunun dekoru, yok bilmem neyin örekesi... Bitmeyen işler yüzünden aynı mekanda komün hayatı sürüyordu bu şekspir sever insanlar.
El mecbur, ben de goril grubunu dışarıdan gözlemleyen Jane Goodall misali oturdum gözlem yapmaya başladım. İlk fark ettiğim gerçek, aslında yapılacak hiçbir iş olmadığı halde tiyatroda takılındığıydı. Çünkü yapılacak çok dedikodu, kaydırılacak çok ayak vardı! Oyuncular mesleklerine yaraşır biçimde Capulet'ler Montague'lere karşı savaşına girişmiş, gruplara bölünüp birbirleriyle tepişmeye koyulmuştu. Bununla da yetinmeyip, bir sevişip bir ayrılıyor, yeterince Arap saçı olmadığına kanaat getirdikleri ortamı daha da içinden çıkılmaz hale getiriyorlardı. En sevdikleri davranış kalıbı mekanın kafeteryasına gruplar halinde toplaşıp birbirlerine pis bakışlar fırlatarak çemkir allah çemkir saatleriydi (Jane Goodall olsaydı bu saatleri gorillerin karşılıklı bit ayıklama davranışıyla eşleştirirdi).
Ancak bir oyuncu vardı ki, o diğerlerinden farklıydı. Hasbelkader gorillerin arasına düşen bu garip oyuncu, bir de üstüne yanlış masalda rol almaktaydı. Kendisi çirkin ördek yavrusu hikayesinin kadrolu oyuncusu olması gerekirken tutup goril ailesinin arasına düşen çirkin ördek yavrusu rolünü üstlenmişti. İleride kuğu olacak bu genç adam gorilceden hiç mi hiç anlamadığından olacak, grubun davranış örüntüsüne uyum sağlayamamıştı. Bu yüzdendir ki hatıralarda iki temel görüntü kazınıp kalmış aklımda. Kafeteryada başlarının üstüne birikmiş sigara dumanı bulutu eşliğinde takılan ana grup. Ve kimse tarafından kullanılmayan asma katın üstündeki trabzanlara yaslanmış sessizce uzaklara bakan genç adam. Evet efendim, doğru okudunuz! Uzaklara bakan genç adam klişesi bizzat bu adam tarafında icad edilmiştir. O derece içtenlikle icra ediyordu bu eylemi!
Bir insanın ileride "olacağı" olmadan önceki duruşundan da belli olurmuş hakketen. Alabildiğine amatör bir grubun oyunlarında başrolü oynayan, ağla deyince ağlayan, gül deyince gülen; oyununu sergilerken benim gibi tiyatro odunlarını bile ağlatıp güldüren bu doğal oyuncu kakafonik meslektaşlarına uzaktan ve sabırla bakarak geçirdi yumurtadan çıkma süresini. Hiçbir zaman görmedim genç adamı şekspir grubunun içinde. Daima bir köşede tek başına hafif de gülümser bir ifadeyle (mübalağa mı yapıyorum? belki; ama böyle anımsıyorum) bekledi.
Sonra ne mi oldu? Kuş beyinli amerikalılar gibi "Gerisi Efsane" cevabını verebilirdim. Ama vermeyip adam gibi anlatmayı tercih edeceğim. Genç adam kendi kendisini yok etmeye meyilli amatör gruptan (evet dağılıp gittiler) ayrılıp risk almaya karar verdi (evet aldı). Bileğinin hakkı ve emeğiyle tanınıp sevildi ve evet gerçekten kuğuya dönüştü. Kim miydi o? Boş verin, uzaklara bakan adamlığı bende kalsın.
Hans Christian Andersen'e, Jane Goodall'a, Capulet'lere ve Montague'lere buradan selam olsun...
12 Haziran 2014 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder