Aklım düşünsel meselelere ermeye başladığından beri hep düşüncenin yokluğunu hayal ettim ben. Sanırım hayatım boyunca kurduğum en büyük hayaldi bu. Ve öyle de kalacak. Düşüncenin yokluğu... Nasıl da vaatkar, nasıl da ferahlatıcı, özgürlük çağrışımlı. Yazık ki insanoğlu düşünen bir canlı. Ve çoğu zaman, fazla düşünmememiz öğütlendi bize. Erkekler türümü çok düşünmekle, detay düşünmekle, aşırı düşünmekle suçladı durdu. Zaman içinde ben bile bu suçlamaya kanıp hak vermeye başladım cins-i herife. Oysa savaşlar çıkarıp dünyanın namusunu belleyen de aynı heriflerin aklından çıkan ince (!) düşüncelerin toplamıydı (ben bu yüzden, ince düşünceler yüzünden, belki daha çoook dünya savaşı çıkardıııımmm...). Demeye getirdiğim o ki, biz daha çok erkeklerle kurduğumuz ilişkilere beyin patlatırken, onlar da beyinlerini dünyayı garantili yoldan patlatma düşüncesine kanalize etmişlerdi. Aynı türün üyesiyken nasıl birbirimizden bunca ayrı düşebildik bilmiyorum....
Erkeklerle kadınların arasındaki düşünsel uçurumu psikologlar çeşitli psikolojik saçmalık teknikleriyle zibilyon şekilde açıkladılar; ama ben hala uzaydan yeni gelmiş E.T. safozluğuyla neden böyle ayrı düştüğümüzü düşünmekte fakat işin içinden çıkamamaktayım. İşte bütün yollar yine düşüncenin sevimsiz varlığı üzerinde birleşiyor. Oysa ben düşüncenin yokluğundan başka bir halt istemiyorum. Düşünmemek... İçinden bir tek kelime olsun geçmeyen, otomatik pilota bağlamış, rölantide çalışan, sadece temel görevlerini yerine getiren bir beyin arzusu.
Hiç sorulmamış bir düşünsel soru ile kapamak isterim bu yazıyı:
"Peki bana ne düşündüğüm soruldu mu?"
24 Mayıs 2010 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder